Bazı şehirler anlatılmaz, yaşanır derler.
Diyarbakır tam da o şehirlerden biri.
Burada her sokak, her taş, her kapı tokmağı bir hikâye fısıldar — kimi zaman bir seyyahın izini, kimi zaman bir annenin duasını, kimi zaman da hiç söylenmemiş bir şarkıyı…
Diyarbakır’ın dar sokaklarında yürürken geçmişle bugün arasındaki ince çizgiyi hissedersin.
Bir çocuk sesinin yankısı, bir taş evin gölgesine karışır; güneşin dokunduğu her duvar sana şehrin bin yıllık sıcaklığını hatırlatır.
Surların sessizliği bile burada konuşur aslında.
Onlar sadece taş değil; yüzyıllardır ayakta duran bir bellektir.
Her çatlak, her iz bir zamana tanıklıktır.
Belki de bu yüzden Diyarbakır’ı anlamak, sadece bakmakla olmaz.
Koklaman, dinlemen, dokunman gerekir.
Çünkü bu şehir, duygularla okunur; kelimelerle değil.